Esin Hamamcı, Yeditepe Üniversitesi Sanat ve Kültür Yönetimi bölümünde araştırma görevlisi olarak dersler vermekte olan, aynı zamanda sanat danışmanı ve küratör olarak çalışmalarına devam eden Melike Bayık ile Ketebe Yayınları’ndan çıkan Kültür Sanat Yönetimi kitabındaki “Günümüzde Sanat Danışmanlığının Bilinmeyen Yönleri” makalesi üzerine konuştu.
(20 Haziran 2022 tarihinde Açık Radyo’da Ben Buradan Okuyorum programında yayınlanmıştır.)
Esin Hamamcı: Ketebe Yayınları’ndan çıkan Kültür Sanat Yönetimi kitabındaki makaleniz Günümüzde Sanat Danışmanlığının Bilinmeyen Yönleri'nde Türkiye için henüz yeni sayılabilecek “sanat danışmanlığı” üzerinde duruyorsunuz. Sanat danışmanlığının aslında dünyada da henüz yeni olduğunu, başlangıcının 20. yüzyılın başlarına kadar uzandığını; bir eseri neye göre, nasıl ve hangi fiyatlara alacağını öğrenmek isteyen, bir eser satın almak isteyen koleksiyonerlere bir nevi yol göstermek, yardımcı olmak amacıyla ortaya çıktığını söylüyorsunuz. Temeli ABD’de atılan, 1900’lü yıllarda, ABD’de sanat tarihçisi Bernard Brenson ve art dealer/sanat taciri Joseph Duveen’in başlattığı diyebileceğimiz sanat danışmanlığı Türkiye’de hangi noktada ortaya çıkma ihtiyacı hissetti, ne zaman gelişti?
Melike Bayık: Türkiye’nin sanat tarihi Batı’da söz ettiğimiz kadar uzun bir sürece sahip değil bilindiği üzere. Görsel sanatlar çok daha yakın geçmişten, en fazla 150 – 200 yıldan bu yana Türkiye’de çalışılan, düşünülen ve tartışılan bir konu. Bunun yanında Türkiye sanat tarihinin gelişimi üstünden düşünüldüğünde sanat danışmanlığı, piyasa oluşmaya başladıktan sonra bir ihtiyaç olarak ortaya çıkmaya başlıyor. Bazı metinlerde 1900’lerin başında eser satışlarının olduğuna dair bilgiler var, ancak fiyat politikalarının belirlenmesi, sanat danışmanı komisyonları ya da koleksiyoner ilişkileri gibi bilgiler ne yazık ki mevcut değil. Özellikle 1950’lerden sonra, özel ya da kurumsal galeriler, sergi mekânları açılmaya başladıktan sonra sanat danışmanlığı bir meslek olarak oldukça yavaş biçimde gelişiyor. Daha doğrusu sanat danışmanlığından ziyade sanat tacirliği gelişme göstermeye başlıyor. Makalemde de söz ettiğim gibi sanat tacirliği (art dealer) ve sanat danışmanlığı (art advisor) bugün içerik olarak birbirinden daha farklı çalışmalar gerçekleştirmeyi içeriyor. Sanat taciri, koleksiyonere aracı olarak bir çalışma sağlarken Türkiye’de sanat danışmanlığını 20 – 30 yıl gibi daha yakın bir süreden bu yana konuşabiliriz.
EH: Sanat danışmanlığı kavramı içerik olarak hangi kapsayıcıları içerir? Siz bir akademisyensiniz, ancak aynı zamanda çok önemli galeri ve kurumlarla sanat danışmanlığı için iş birliği yapmaktasınız. Sizin için “sanat danışmanlığı” tanımı nedir? Sanat taciri ve sanat danışmanı arasındaki fark nedir? Ve son zamanlarda adını sıkça duyduğumuz “Sanat ve Kültür Yönetimi” bölümlerinin önemi konusunda ne söylemek istersiniz?
Sanat taciri ve sanat danışmanının farkı nedir?
MB: Sanat danışmanından önce sanat tacirinden söz etmek anlamsal açıdan daha yerinde olacak. Sanat taciri çoğunlukla sadece alınacak ve satılacak eser üzerinden alacağı komisyon ile ilgilenir. Sanat danışmanı gibi koleksiyonun kavramsal bütünlüğü, genel çizgisi, dokümantatif ve içeriksel boyutu gibi süreçlere dair bir yaklaşım gütmez. Bu açıdan bakıldığında sanat taciri eserleri bazen toplu biçimde alıp, elinde tutup fiyatı yükseldiğinde ya da fiyatı yükselecek şekilde elinden çıkaran, herhangi bir koleksiyonere satan kişi olarak nitelendirilebilir. Alıcının içerik, nitelik ve estetik kaygılarını dikkate almak burada en düşük düzeyde ve hatta neredeyse yoktur. Sanat tacirliğindeki en önemli şey eser satmak ve kazancın artması hedefidir.
Ancak bir sanat danışmanı için durum çok daha farklıdır. Sanat danışmanı kurumsal ya da bağımsız çalışıyorsa görevleri biraz değişebilir. Ancak her durumda iş etiğini, sistematik çalışmayı kendisine prensip edindiyse görevler az ya da çok, temel, benzer ölçekte yakın kalacaktır. “Kurumsal sanat danışmanlığı” ve “bağımsız sanat danışmanlığı” arasındaki en büyük fark, bağımsız sanat danışmanının herhangi bir kişi ve kuruma bağlı çalışmadan, görev ve sorumluluklarının nispeten daha az ya da farklı olduğu meslek tanımıdır. Kurumsal sanat danışmanı ise danışanı olan koleksiyonere karşı birçok sorumluluk taşımaktadır. Koleksiyonerin koleksiyon alımlarının yönetimi, hangi eserin ne gibi koşul ve durumlar içinde alınması gerektiği, danışanın sanatsal ve estetik algısını geliştirmek, sanat piyasası ve sanat ortamını yakinen takip edip danışanını doğru açılardan yönlendirmek, koleksiyonere doğru ve tutarlı bilgi akışı sağlamak gibi görevleri mevcuttur. Bunun yanında koleksiyonda olan eserlerin saklama koşulları, sigorta koşulları, nasıl sergilenebileceği, düzenli ve devamlı sanatçının sürecini izlemek, iletişimde olmak, galeri ilişkileri gibi konular da daha teknik olarak çalışılabilecek görevlerdir.
Sanat danışmanının asıl prensibi koleksiyonere sanatsal ve estetik kaygılar içinde doğru bir yönlendirme sunabilmektir. Bunun içinde sanat ortamı analizi, piyasa kritiği, sanatçı keşifleri, sergi ziyaretleri, sanat tarihsel ve teorik bağlamda konuşmalar, koleksiyonun yönetimi, toparlanması, koleksiyonda yer alan eserlerin saklanma yöntemi/depo koşulları, küratöryel bir yaklaşım ile yapıtların asılması, eser sigortaları, koleksiyonda yer alan eserlere dair sertifika, eser görseli, sanatçı metni ya da sanatçı biyografisi gibi metin ve dosyalar mevcut değilse onların arşiv ve dokümantasyonunun sağlanması, önemli sanat yayınlarının arşivlenmesi, sanat eserlerinin yer aldığı kitap, katalog, basılı ve dijital metinlerin derlenmesi, halihazırda koleksiyonda yer alan sanatçıların süreçlerine vâkıf olup üretimlerini düzenli olarak takip etmek, bienal, fuar ya da özel etkinliklerde koleksiyonere bilgi akışı sağlamak gibi görevleri gerçekleştirmektedir. Koleksiyonerin işi dışında tutkusu olarak sürdürdüğü sanat eseri toplayıcılığına bir noktada profesyonel destek olan sanat danışmanı yukarıda sayılan görevlerle yardımcı olur. Sanat danışmanı koleksiyoneri yönlendirmekle, onunla iş birliği içinde olmakla kalmaz, aynı zamanda kurumsal bir koleksiyon için çalışıyorsa onu da yönetir. Sanat danışmanlığında en önemli ölçek ise danışan ve danışman arasındaki güven, şeffaflık ve saygı ilişkisidir. Bu ilkeler gözetiliyorsa çalışma pratiği uzun soluklu bir iş stratejisine dönüşebilir.
“Sanat ve Kültür Yönetimi” bölümleri bu alandaki en önemli bölümdür. Sanat ve kültür alanındaki tüm mesleklere eleman yetiştiren, küratörlükten, galericiliğe, sanat danışmanlığından koleksiyon yönetimine, müzecilik, sanat sigortaları, sanat basını gibi oldukça geniş skalada meslekler grubuna eğitim veren bir alan. Bu yazının temelindeki en önemli misyonu ise sanat danışmanlığı ve koleksiyon yönetimi için dünyada ve Türkiye’de ayrı bir bölüm olmaması yanında bu alanda eğitim veren tek bölüm. Eğitim içinde koleksiyon yönetimini, koleksiyonerliğin başlangıç tarihçesini, sanat danışmanlığının başlangıç öyküsünü, tacirlikten buraya nasıl evrildiğini, dünyada ve ülkemizde nasıl şekillendiğini “Sanat ve Kültür Yönetimi” bölümlerinde öğreniyorsunuz. Bu açıdan sanat ortamında oldukça güncel biçimde adından söz ettiren, önemli bir alan.
Türkiye'de sanat danışmanlığı
EH: Sanat danışmanlığı denildiğinde aslında galeriden sanatçıya çok yapılı bir bilgi birikimine sahip olmak gerektiğini anlıyoruz. Bugün Türkiye’de sanat danışmanlığı denildiğinde hangi ekosistemleri ve iletişim ağlarını dâhil etmiş oluyoruz?
MB: Sanat danışmanı, sizin de sözünü ettiğiniz gibi olabildiğince bilgi yüküne sahip olması gereken bir pozisyonda çalışıyor. Disiplinlerarası perspektifte baktığımızda Sanat ve Kültür Yönetimi bölümlerinde bu eğitimi almış kişiler bu alana yönelmeyi daha sıklıkla tercih ederken sanat, tasarım ve sanat tarihi gibi alanlardan kişilerin de sıklıkla bu mesleği yaptığını görüyoruz ki disiplinlerarasılık bugünün dünyasının üretimi içinde olması gereken yapı. Sanat danışmanı sanat ortamına, sanat tarihine, sanat piyasasına, müzayede ve fuarlara, bienallere, galeri ve inisiyatif sergilerine, bağımsız sanatçılar ve alternatif projelere dair bilgi birikimine sahip olmalı ve düzenli biçimde bu içerikleri takip etmeli. Bu ölçekte bakıldığında bilgi birikimi konusunda kişinin görevlerini tam olarak yerine getirebilmesi için gereklilikler arasında bunlar mevcut. Tüm bunlar yanında sanatçılar, galeriler, koleksiyonerler, sanat ve kültür yöneticileri, fuar ve bienal yönetimleri ya da müzayedeler gibi birbirinden farklı kişiler ise, iletişim ağları bu ölçekte sanat danışmanının iş akışı içinde düzenli görüşmede olacağı kişiler arasında yer alıyor. Sanat danışmanının hem sanatçıların üretimlerini düzenli takip etmesi, hem müzayede ya da fuar gibi daha hızlı ilerleyen piyasa kritiklerini rutin takipte olması hem de tarihsel skala içinde sanatçıların üretimlerini, o dönemin sosyo-politik konularını, sanat dünyasının dinamizmini bilmesi özellikle önemli. Bu açıdan bugün sanat danışmanı hem sektörde aktif iletişim içinde olacak hem de tüm sanat akışına hâkim olmak durumunda kalacaktır, en azından olması gereken ve beklenen bu.
EH: Sanat danışmanı, bir bilgi kümesi üzerinden hareket ederek koleksiyoneri ya da büyük bir kurumu bir nevi “o tarafa” çekmiş oluyor. Bu bilgi sübjektif mi objektif midir? Sanat danışmanı objektif bir noktada durmalı mıdır?
MB: Bu çok önemli bir soru. Oldukça kritik bir yerden doğru bir noktaya değindiniz. Bir koleksiyoner ya da bir koleksiyoner adayı ile çalışırken en önemli konu danışanının estetik beğenisi, kavramsal yönelimleri ve formel yaklaşımıdır. Bu açıdan birisi ile çalışılmaya başlandığında en önemli kritik, sanat danışmanının beğenisinden ziyade “doğru” eseri bulup koleksiyonere sunmaktan geçiyor. Yola yeni başlamış bir koleksiyoner adayının yönlendirilmesi konusunda ise ortaya çıkacak koleksiyonun sanat danışmanı tarafından oluşturulmuş, salt danışman estetiğinin dışına çıkabilmesi için birincil olarak koleksiyonerin ilgisi, tutkusu, yönelimlerinin belirlenmesi ve bu alanda olabildiğince gözün eğitilmesi ön planda olmalıdır. Belirli izlemeler, ziyaretler ve okumalar neticesinde sözünü ettiğiniz sübjektif yönelim zaten objektif bir yaklaşıma dönüşerek koleksiyonerin ilgisi, eğilimleri, estetik ve kavramsal yönelimleri yavaş yavaş belirginleşmiş, ortaya çıkmış olacaktır.
EH: Peki Türkiye’de sanat danışmanlığı gecikmiştir diyebilir miyiz? Gecikmişse neden gecikmiştir? Bugün sizin gözünüzde dünya ile kıyasladığınızda çıtanın nerede olması gerekmektedir?
MB: Gecikmesinden ziyade Türkiye sanat ortamının 150-200 yıllık oldukça genç bir ortam olmasından söz edilebilir. Batı’da Rönesans, Barok gibi dönemler yaşanırken dönemin Osmanlı İmparatorluğu’nda konu oldukça geç başlamıştır. Bu gerekçe ile şu an dünya sanatında eşdeğer bir konumda izlenebilen sanat üretimi ve ortamı oturmuş olsa da sanat danışmanlığının gelişimi 1950’lerde kâr amacı güderek ortaya çıkan galeriler ışığında belirginleşmeye başlamıştır. Geç kalmışlık değil, tamamen tarihsel süreçteki ilerleyiş ile ilgilidir bu da. Türkiye’de sanat ortamı oldukça güçlü, dünya standartlarında bir yaklaşımdan söz ediyoruz ve elbette sanat ve kültür ortamının daha da şekillenmesi gerekiyor. Üretim oldukça iyi durumdayken bu alandaki sanat danışmanlarının galeriler, fuarlar ve müzayede evleri ile olan iletişim ve çalışma stratejilerinin daha titiz, şeffaf ve etik olması gerekiyor.
EH: Koleksiyoner gözünden bakacak olursak makalenizde diyorsunuz ki, “Koleksiyonerlerin alımlarında ise üç önemli öge vardır: Yatırım, prestij ve tutku.” Bunları hesaba katarak hareket etmek danışman için sınırlayıcı unsurlar mıdır?
Yatırım, prestij ve tutku
MB: “Yatırım, prestij ve tutku”. Bunlar Yeditepe Üniversitesi, Sanat ve Kültür Yönetimi yüksek lisans programında eğitim aldığım dönemde Prof. Dr. Marcus Graf’ın “Koleksiyon Yönetimi ve Sanat Danışmanlığı” dersinde öğrendiğim ve hâlâ aktif biçimde karşılığını bulan ögeler. Üç örnekte alım yapan koleksiyonerler Türkiye’de mevcut. Ortamda çalışırken gözlemlediğim ölçekte konu şu şekilde ilerliyor: Koleksiyoner yatırım için almayı hedeflediğinde piyasada yükselişte olan ve beş yıl sonra da yükselişi devam edecek, ekonomik döngüsü artacak sanatçılara ve üretimlere odaklanıyor. Sanat danışmanı böyle alımlarda oldukça riskli yönlendirmeler ve kararlar sunmak durumunda kalabilir. Yükselişte olan bir sanatçının ani bir değişiklik ile kariyerinde düşmeyeceğini kim bilebilir ki? Hayat bu neticede değil mi?
Bir diğer öge ise prestij. Prestij ile alımlar Türkiye’de en kolay alım yöntemi diyebiliriz. Bu genellikle koleksiyonerlerin birbirinden etkilenerek A sanatçısının birisinde olmasına istinaden “bende de olsun” gibi bir eğilim ile alım yaptıkları bir yaklaşımdır. Belli bir süre sonra A sanatçısı neredeyse, tüm sanatçılar da izlenir. İşine bağlı, ideolojik açıdan önemli ve sanat tarihi bağlamında doğru kritikleri sunan sanatçıları önermektense, o dönem popüler olan sanatçıları ve üretimleri almayı önerme konusu kritiktir. Mesele nitelikli, güçlü, anlatısı olan bir koleksiyon oluşturmak mı, yoksa herhangi bir sanat koleksiyonu oluşturmak mı?
En sonuncu ise tutku. Bu benim en önemsediğim alım yöntemidir. Türkiye’de bu yaklaşım ile koleksiyon oluşturan çok az koleksiyoner mevcut. Kişisel estetik yönelimleri ve ilgisi özelinde eserleri toplayan, yatırım ya da prestij gibi amaçları gütmeyen bir alıcı tutku ile koleksiyonunu bir araya getirir. Burada danışmanın en önemli görevi danışanının ilgi alanını iyi keşfetmesidir. Doğru danışman ve yönelimi anlaşılmış olan koleksiyoner ile birlikte tutku büyük bir ilgiyle devam eder. Tutku ile alım yapan koleksiyonerler gördükleri esere deyim yerindeyse âşık olarak alırlar. Düşününce her gün aynı esere bakmak, o yapıta her bakıldığında yeni bir haz duymak kolay değildir. Bu ancak tutku ile alınmış bir yapıtta karşımıza çıkar. Bu noktada kendimize şunu sormalıyız; bu yapıt ile yaşayabilir miyim? Yanıtı çoktan “evet” ise bu bariz bir tutku ögesinin işaretidir. Dediğim gibi ülkemizde bu alım yöntemi üzerine ilerleyen çok az kişi olmasına rağmen bu en kıymetli ve eser ve sanatçı ile kurulan bağ içinde sanat tutkunu kişilerin yöneldiği alım şeklidir.